20 Nisan 2016 Çarşamba

Denizli Anılarım

               
          Ben Denizliliyim..Şu anda Ege Bölgesinin en büyük ikinci şehri olan Denizli eskiden şimdikinden çok farklıydı. Bu kadar gelişmemişti henüz, dolayısıyla nüfusu da azdı. Belki ondan dolayı köy gibi gelirdi bana. Küçükken neredeyse her yaz tatilinde giderdik ve her defasında, bir süre geçtikten sonra "Ne zaman İstanbul'a dönüyoruz?" demeye başlardım:) Denizliye tahammül etmemi sağlayan bir neden vardı ama: hep rahmetli dayımın evinde kalırdık gittiğimizde.Aynı zamanda halamın da eviydi bu ev.Dayım ve halam evliydi çünkü:) Orayı hep ayrı bir yerde tutardım,farklı görürdüm diğerlerinden. Çünkü Anadoludan ziyade, Avrupai bir havası vardı evin. Bunun da bir nedeni vardı tabii. Dayım bir süre (seksenlerin başından sonlarına kadar) Almanyada Türk okullarında öğretmenlik yapmıştı. Dolayısıyla zamanının çoğu orada geçiyor, Türkiyeye ise tatillerde geliyordu. Sonuç olarak evde dayımın getirmiş olduğu, Almanyaya dair, orayı hatırlatan çok şey vardı. Bir radyo, müzik seti, Schauma şampuan (çok kaliteli bir şampuandı,Türkiyede yoktu), Nutella ve o sıralarda henüz Türkiyede olmayan ince plastikten Coca Cola bardakları..Ya da mutfak fayansına yapıştırılmış, üzerinde Almanca yazılar olan bir etiket..Bunlar sanki beraberinde o ülkenin enerjisini de getirmişti eve. Gerçi dayım da oranın etkisini almış olmasının yanı sıra, zaten çağdaş bir insandı. Kuzenlerim de onun gibiydi, o yüzden bu evde bulunduğumuz süre içinde nispeten iyi vakit geçirirdim.(Bu arada bu yazıyı okuma olasılığı bulunan diğer akrabalarım alınmasınlar,hepsinin yeri ayrıdır benim için).
              Denizli denince aklıma gelenlerden biri de uzun tren yolculukları..Nasıl unutulabilir ki? Hep trenle giderdik Denizliye çünkü yol uzundu ve trenin yataklı vagonunda uyuyarak gitme şansımız vardı. Haydarpaşa'dan akşam 5 gibi binip, 13-14 saat süren yolculuk sonunda 8-9 gibi Denizliye varırdık. Trenle ilgili hatırladıklarım ise kendine has kokusu, kompartımanlar, bindikten sonra yanımızda getirdiklerimizle eğlenceli yeme-içme faslı, gece olunca görevlinin yastık ve çarşafları getirmesi, kuşetlerin açılması ve yatakların yapılması, yattıktan sonra ray sesleri ve sallantıdan dolayı bir süre uyuyamamam, sabaha doğru gün aydınlanırken kapı tarafında olan yastığımı pencere tarafına koyup hem güneşin doğuşunu,hem de geçtiğimiz yerleri izlemem..Sonra Denizliye gelişimiz ve dayımın bizi karşılaması. Bavullarımızı alıp arabaya taşıması ve eve gitmemiz..Yeniden yaşamış gibi oldum şimdi bile. O kadar güzel izler bırakmış ki tüm bunlar, silinmesi çok zor.
          Bir de Darıveren'i yazmazsam olmaz.Dedem ve anneannemin yaşadığı, Acıpayam ilçesine bağlı şirin kasabaydı Darıveren. Şimdi belde olmuş sanırım.Denizli faslının bir bölümü burada geçerdi. İlginç ama burayı severdim, tam kırsal yaşam olmasına rağmen. Otantikliği hoşuma gidiyordu galiba. İki katlı bir evdi burası. Orijinal bir açılma şekli olan büyük ahşap kapıdan avluya giriliyordu.Yine ahşap bir merdivenle yukarı çıkılıyordu.Evin giriş katında içinde ocak olan bir oda vardı.Buraya gelişimizi Kurban Bayramına denk getirirdik çünkü akrabalar herkes bu evde toplanır, etler o ocakta pişer ve birlikte yerdik.O curcuna çok keyifli olurdu zaten.Bu evle ilgili anılarım da alt kattaki musluktan su içmem, bahçede zerdali (küçük bir kayısı türü ama inanılmaz lezzetli) yememiz, dedemin kuzenlerimle bize Zafer gazozu (Denizlinin ünlü gazozu.Tadı çok güzeldir.Keşke İstanbulda da olsa.) içirmesi, anneannemin ocak ateşinde pişirdiği gözlemeler, naylon torba içindeki finger bisküviler ( o zaman bisküvilerin tadı daha bir güzeldi), büyüklerin gece geç saate kadar süren Okey oyunları ( bu arada Okeyi de Denizlide öğrendim.Çok popülerdi o zamanlar), yer yatakları, bir de yaz olmasına rağmen gece yorganla yatmamız :) Evet biraz yayla havası vardı burada ve geceleri serin oluyordu. (Denizlide öyle değildi ama. Bazen pike bile örtülmüyordu orada sıcaktan.) Darıverende bir de "musandıra" denen bir yer vardı. Bu yer oturma odasının içinde ayrı bir bölümdü. İçinde yorgan-yatak gibi şeyler vardı. Biz çocuklarınsa en büyük zevki musandıranın içine girip orada oynamaktı. Orayı o kadar özel bir yer olarak görürdük ki, inanılmaz mutlu hissederdik kendimizi, çok eğlenirdik. Bazen eve misafir gelirdi ve onun içinde gizlenirdik biz de, orada olduğumuzun anlaşılmadığını düşünerek:) Çocukken çok daha renkli, çok daha "film tadında" oluyor her şey.
           İyi ki yaşamışım diyorum tüm bunları.İyi ki yazları Denizliye, Darıverene gitmişiz.Uzun süre kalmışız.Yıllar sonra ilk öğretmenlik atamam ile Isparta'nın Senirkent ilçesine gidip iki gün içinde bu küçücük yere uyum sağlamamda bu deneyimlerimin çok katkısı olduğuna inanıyorum. Öyle ki, Senirkent de kırsal özelliğe sahip bir yerdi ve sonuçta "Anadoluydu". Yaşamı sadece İstanbul şehir merkezinde geçmiş biri olsaydım zorlanabilirdim belki, ya da en azından daha fazla zaman gerekirdi alışmak için.
           Neyse,bugün oldukça uzun bir yazı oldu ama nedenini bilmediğim şekilde memleketimi ve onunla ilgili anılarımı anlatmak istedim. Şimdi dayım,dedem ve anneannem artık yok ama yaşattıkları anılar ve enerjileri hep var olacak. Sevgimle...



Tanrım bana kitap dolu bir evle çiçek dolu bir bahçe ver.
                                                          Konfüçyüs

10 Nisan 2016 Pazar

Aşk İki Kişiliktir



Değişir yönü rüzgarın
Solar ansızın yapraklar;
Şaşırır yolunu denizde gemi
Boşuna bir liman arar;
Gülüşü bir yabancının
Çalmıştır senden sevdiğini;
İçinde biriken zehir
Sadece kendini öldürecektir;
Ölümdür yaşanan tek başına,
Aşk iki kişiliktir.

Bir anı bile kalmamıştır
Geceler boyu sevişmelerden;
Binlerce yıl uzaklardadır
Binlerce kez dokunduğun ten;
Yazabileceğin şiirler
Çoktan yazılıp bitmiştir;
Ölümdür yaşanan tek başına,
Aşk iki kişiliktir.

Avutamaz olur artık
Seni, sevdiğin şarkılar;
Boşanır keder zincirlerinden
Sular tersin tersin akar;
Bir hançer gibi çeksen de sevgini
Onu ancak öldürmeye yarar:
Uçarı kuşu sevdanın
Alıp başını gitmiştir;
Ölümdür yaşanan tek başına,
Aşk iki kişiliktir.

Yitik bir ezgisin sadece,
Tüketilmiş ve düşmüş gözden;
Düşlerinde bir çocuk hıçkırır
Gece camlara sürtünürken;
Çünkü hiçbir kelebek
Tek başına yaşamaz sevdasını,
Severken hiç bir böcek
Hiç bir kuş yalnız değildir;
Ölümdür yaşanan tek başına,
Aşk iki kişiliktir.



                                      Ataol Behramoğlu