27 Mart 2016 Pazar

Yaşadıklarımdan Öğrendiğim Bir Şey Var


   Yaşadıklarımdan öğrendiğim bir şey var:
   Yaşadın mı, yoğunluğuna yaşayacaksın bir şeyi
   Sevgilin bitkin kalmalı öpülmekten
   Sen bitkin düşmelisin koklamaktan bir çiçeği

   İnsan saatlerce bakabilir gökyüzüne
   Denize saatlerce bakabilir, bir kuşa, bir çocuğa
   Yaşamak yeryüzünde, onunla karışmaktır
   Kopmaz kökler salmaktır oraya

   Kucakladın mı sımsıkı kucaklayacaksın arkadaşını
   Kavgaya tüm kaslarınla, gövdenle, tutkunla gireceksin
   Ve uzandın mı bir kez sımsıcak kumlara
   Bir kum tanesi gibi, bir yaprak gibi, bir taş gibi dinleneceksin

   İnsan bütün güzel müzikleri dinlemeli alabildiğine
   Hem de tüm benliği seslerle, ezgilerle dolarcasına

   İnsan balıklama dalmalı içine hayatın
   Bir kayadan zümrüt bir denize dalarcasına

   Uzak ülkeler çekmeli seni, tanımadığın insanlar
   Bütün kitapları okumak, bütün hayatları tanımak arzusuyla yanmalısın
   Değişmemelisin hiç bir şeyle bir bardak su içmenin mutluluğunu
   Fakat ne kadar sevinç varsa yaşamak özlemiyle dolmalısın

   Ve kederi de yaşamalısın, namusluca, bütün benliğinle
   Çünkü acılar da, sevinçler gibi olgunlaştırır insanı
   Kanın karışmalı hayatın büyük dolaşımına
   Dolaşmalı damarlarında hayatın sonsuz taze kanı

   Yaşadıklarımdan öğrendiğim bir şey var:
   Yaşadın mı büyük yaşayacaksın, ırmaklara,göğe,bütün evrene karışırcasına
   Çünkü ömür dediğimiz şey, hayata sunulmuş bir armağandır
   Ve hayat, sunulmuş bir armağandır insana.


                                   Ataol Behramoğlu




Bugün sadece bu şiiri paylaşmak istedim. Sevgiler.. 





23 Mart 2016 Çarşamba

Ay Tutulması

     
        Bugün 23 Mart 2016. Önemli bir gün, çünkü astrologlarin dediğine göre, gerçekleşen ay tutulması ile bir dönem bir daha geri gelmemek üzere kapandı ve yepyeni bir döneme giriş yaptık. Kimi farkındaydı, kimi değildi. Peki ben neler hissettim? Neler yaptım? 

             Konu ile ilgili önceden çok yazı, makale okuduğum için tutulmanın neler getireceğine dair bilgi sahibiydim. Daha adil, iyilerin kazanacağı bir dönem olacakmış. Buna sevindim :) Ayrıca ekilenlerin biçileceği söyleniyordu. Bu da güzel. Ben de dört saat kadar süren tutulma esnasında olabildiğince olumlu düşünmeye çalıştım. Dua ettim. Geçmişin ufak bir analizini yaptım kendimce. Ne kadar değiştiğimi, olgunlaştığımı düşündüm. Buna olumlu-olumsuz katkısı olan olay ve kişilere teşekkür ettim içimden. Geleceğe baktım sonra. Sahip olduğum eşsiz deneyimle neleri başarabilecegimi hayal ettim, bu konuda planlar yaptım. Yaşamla daha barışık olduğumu gördüm tüm olumsuzluklara rağmen. Bir değişim, dönüşüm safhasında olduğumuzun farkındalığı ile her şeyi kabullendim. Kendi adıma hem kariyerim, hem özel yaşamım için yeni adımlar atma konusundaki niyetimi tekrarladım. Tabii ki ülkeyi de unutmadım, o da vardı aklımda, duamda. Dönüşümün gereği olan ve "kötü" olarak nitelendirdiğimiz terör eylemleri gibi olayları,  gerçekleşse bile en az zararla atlatabilmemizi istedim. Bu arada, şu anda ne yaşıyorsak yaşayalım, elbet daha iyiye götürecek bizi. Buna hepimiz inanalım. 

         Yaşam kitabındaki yeni bölüm,  hoşgeldin..






İlk adımınızı inançla atın. Tüm merdiveni görmek zorunda değilsiniz, yeter ki siz ilk adımı atın.

Martin Luther King




6 Mart 2016 Pazar

!f ISTANBUL İzlenimleri 3

          
          Ve efendim, veda ettik festivale, seneye tekrar görüşmeyi umarak. Sinema salonunda alışılmışın dışında işler görmek çok başka. Yaşamak şart. Henüz deneyimlememiş olanlara şiddetle tavsiye edilir. Bugün, izlediğim son beş filmden ikisini paylaşayım. Arkası yarın ;)

         
         1. Cobain: Kahrolası Montaj (Cobain: Montage of Heck)




           Söz konusu yapım diğerlerine göre daha uzun (132 dk.) ama zamanı size fark ettirmeyen bir belgesel. Harcadığınız vakte değiyor, özellikle benim gibi Kurt Cobain'in özelini merak edenler için. Çok şey öğreniyorsunuz; küçükken ne kadar tatlı ve zeki bir ufaklık olduğunu mesela, anne-baba boşandıktan ve her ikisi de yeniden evlendikten sonra neredeyse istenmeyen çocuk haline geldiğini, kabuğuna çekilip kendini müziğe ve sonrasında uyuşturucuya verdiğini, Courtney Love ile ilişkisini, bebeği doğduğunda vücudunun uyuşturucu madde ile dolu olduğunu (annesi hamileyken kullanmaya devam ettiği için), çok eşli biriymiş izlenimini vermesine rağmen aslında karısından çok daha tek eşli olduğunu. Önceden olumsuz önyargıları olanlar bile bu belgeseli izledikten sonra fikir değiştirir, o kadar net. Çünkü yine çoğu zaman olduğu gibi aynı şeyi görüyorsunuz; bir insanı oluşturan öncelikle ailesi. Anne ve baba figürleri, ve onların size verdiği sevgi ve ilgi düzeyi. Örneğin babası dalga geçiyormuş küçükken Kurt ile, hiperaktif bir çocuk olduğu için. O ise bunu hiç unutmamış ve yaşamı boyunca başkaları tarafından da kendisiyle dalga geçilmesine asla tahammül edememiş. Bir yandan da şunu düşünüyorsunuz (Janis Joplin ve Russell Brand için de aynısını düşündüm); acaba küçüklükten gelen bu tür dışlanmışlıklar, yalnız kalma hisleri olmasa ortaya böyle sıra dışı ve özel karakterler çıkar mıydı? Janis şarkı söyler miydi mesela, Kurt bir kaçış olarak gitar çalmaya odaklanır mıydı gençken, ya da Russell o içindeki muhteşem potansiyeli keşfedip dışarı çıkarabilir miydi? Her yerde göremeyeceğiniz ayrıntılara sahip bu film size Kurt Cobain'in ölümünü de sorgulama gereksinimi hissettiriyor. Ben de intihar olayına inanmayanlar grubundanım bu arada. 


(Filmde de gösterilen bu videoyu paylaşmadan edemeyeceğim. Kurt yine çok komik ve şeker burada. Ama ciddi bir acı var şarkının sözlerinde de. Beni çeken o oldu. Bilenler zaten biliyordur.)




    2.MA

         "Kim erdemli bir kadın bulabilir?" sorusu ile başlıyor Celia Rowlson Hall'un hem yönettiği hem de başrolünde oynadığı gerçeküstü(sürreal) bir film olan "MA". Celia, Meryem Ana görünümünde ilk başta. Bir adamla karşılaşıyor, sonra başkaları ile. Özünü yitirmiyor fakat hep hayal kırıklığına uğruyor. Çünkü aradığı aşk ve masumiyet yok aslında. En güvendiği adam bile kanıtlıyor ona bunu.



         
          Filmde bütün bunlar yalnızca hareketlerle anlatılıyor. Konuşma yok. Hem bu, hem de anlatımın doğrudan olmayışı, anlaması ve çözümlemesi zor hale getirmiş filmi. Daha fazla mücadele edemeyen ya da etmek istemeyen birkaç izleyici film bitmeden salondan çıktı hatta. Açıkçası ben de böyle bir filmle karşılaşacağımı beklemiyordum öncesinde; sürreale çok yakın değilim normalde ve aynı şekilde çaba harcadım sonuca ulaşabilmek ve filmde kullanılan simgeleri anlamlandırabilmek için. En azından salondan çıkmamayı başardım ama. Kendimi tebrik etmek istiyorum bundan dolayı :P Festival kapsamında bu tarz bir filmi de izlemiş ve zihnimi yormuş olmasam bir şeyler eksik kalırdı sanırım. Bu türden hoşlananlar izlesin. Sıkı bir sürreal çünkü MA.



Çocuklar gibi hiçbir şeyi dert etmeyenler, oyuncak bebeklerini oradan oraya dolaştıran, giydirip soyan ve büyük bir saygıyla anneciğin kilitlediği çekmecenin etrafında gezinen ve arzu ettikleri şeyi ele geçirip avurtlarını şişirerek yerken "daha!" diye bağıranlar mutludur.