23 Şubat 2016 Salı


!F İSTANBUL İzlenimleri 1



                                                 
              
            
             Geçen hafta sonu beş film izledim !f İstanbul Bağımsız Filmler Festivali'nde. Nasıl ihtiyacım varmış, nasıl iyi geldi anlatamam. Normalde festivalleri hep kaçırırdım ama bu sefer erken davranıp satışa çıktığı ilk günde aldım biletleri :) Sizlere de izlediğim bu filmleri kısaca anlatayım dedim. Her filmden önce yukarıda paylaştığım ve çok beğendiğim video gösteriliyor ve hiç gitmemiş olanlar için söyleyeyim, filmlerden sonra genelde az veya çok alkış oluyor. Bu da festivallere özgü bir durum. Kısacası seyircisi de, havası da başka oluyor festivalin. Bu yazımda cumartesi günü gördüğüm iki film hakkında bilgi vereceğim sadece. Diğerlerini de paylaşacağım ardından. 


1. Körlük Üzerine Notlar (Notes On Blindness)

    Öncelikle, izlediğim filmler biri hariç gerçek yaşam öyküleriydi. Bu da onlardan biri. Diğer örnekler belgesel tarzında olsa da, Körlük Üzerine Notlar daha farklı bir çalışma olmuş. Ana karakter olan İngiliz yazar ve akademisyen John Hull 40lı yaşlarının başında bir hastalığa yakalanır ve gözleri tamamen kör olur. İyileşemeyecek durumdadır ve bu, yeni yaşamına ayak uydurmasını gerektirir. Bir akademisyen olduğu ve üniversitede ders anlatması gerektiği için önce bunu artık nasıl yapabileceğini düşünmeye başlar. Okuması gereken kitaplar vardır ve bunları kendisi okuyamayacağı için başkalarına okutup kasetlere kaydettirmek aklına gelir. Bu durum başka bir fikir de verir kendisine: kendi yaşadıklarını kasete almak. Ve bunu körlüğünün başladığı 1983 yılından 1986'ya kadar üç yıl boyunca yapar. Amacı körlüğün nasıl bir his olduğundan ziyade, nelerin yok olmasına ve nelerden yoksun kalmaya neden olduğunu kaydetmek ve belki sonrasında bu bilgileri ihtiyacı olanlarla paylaşmak, araştırmalara katkı sağlamaktır. Bir nevi içini döktüğü günlükler olur ses kaydedicisi ve kasetler. Yalnızca kendi sesini değil, eşi ve çocuklarıyla geçirdiği zamanları, onlarla konuşmalarını da kaydeder. Ara sıra kızı da eğlenmek için ses kayıtları yapar. İşte filmde de oyuncular bu gerçek ses kayıtlarını kendileri konuşuyormuş gibi oynamışlar, karakterleri bu şekilde canlandırmışlar. Bana göre filmi sıra dışı yapan da bu. Tuhaf bir his veriyor izleyiciye. Oradasınız, o insanlarla birliktesiniz o evde sanki. Ve John Hull...Anlattıkları hiç bilmediğimiz pencereler açıyor körlük hakkında; şaşkınlık ve hüzünle donup kalıveriyorsunuz yerinizde. Örneğin görme yetisini sonradan kaybedenlerde görsel hafızanın yok olduğunu anlatıyor. Artık rüya göremediğini söylüyor mesela. Yüzlerin ve anıların silindiğinden söz ediyor körlüğün ileriki sürecinde. "Artık eşimin ve kızımın yüzlerinin neye benzediğini hatırlamakta zorlanıyorum" dediği bir yer var örneğin. Yıllar sonra doğduğu eve gittiğinde, içinde dolaştığında, duvarlarına dokunduğunda "hiçbir şey hatırlamıyorum" demesi hüzün verici. Önce "Bütün bunlar benim elimden neden alındı? Buna kimin hakkı vardı?" diyerek yaratıcıyı sorgulaması, sonrasında ise "bu aslında bana verilen bir nimet" diyerek kabule geçmesi de etkileyici. Tahammül etmekte zorlandığı zamanlarda ailesinin en büyük gücü olduğunu söylüyor filmin sonunda, onlarla her şeyin şekil ve özellik kazandığını. Yalnız olmadığını.
             
          Aydınlık ve renkli dünyadan karanlık dünyaya ani bir geçiş yapmanın yarattığı değişimlerin, içinde bulunulan karanlıkla birlikte çok iyi yansıtıldığını düşünüyorum bu filmde. Fikir edinmeniz için aynı, hatta bir kısmı filmde olmayan ses kayıtlarıyla yapılmış benzer bir canlandırmayı içeren bir video paylaşıyorum. Türkçe alt yazı yok ne yazık ki, yabancı bir paylaşım olduğu için.
         
                





2.Brand: Diriliş (Brand: A Second Coming)                
           
         Festival kataloğuna bakmadan önce hangi filmlere gitsem diye, Russell Brand'i daha tanımıyordum. Hiç duymamıştım adını. Bunda İngiliz olmasının etkisi olabilir :P Her neyse, biraz araştırma yaptıktan sonra kimdir nedir diye, karşımda deli bir karakter buldum ve tabii ki daha filmi görmeden yakın hissettim kendime. Ne de olsa bir miktar delilik bende de var, onun kadar olmasa da :) Sonuç olarak hemen görülecekler listesine ekledim. Şimdi gelelim filmin analizine.

        Öncelikle yine benim gibi kendisini yeni duymuş olanlar için söyleyeyim, kendisi bir komedyen. "Stand-up" dediğimiz türü icra ediyor ve özellikle İngiltere'de büyük bir hayran kitlesi var. Müthiş bir ışığa ve çekiciliğe sahip, star ışığı denen cinsten. O denli güçlü ki, sinema perdesinden bile yansıyor izleyiciye bu etki. Diğer özelliklerine gelirsek; aykırı, biraz narsist, çok zeki, komik, aşırı rahat, sosyalist, devrimci, sistem karşıtı, yenilikçi...Ha bir de, Katy Perry'nin eski kocası. Filmde bir bölümde onu da görebiliyoruz.

          Zor bir çocukluk dönemi geçiriyor Russell. Baba bırakıp gidiyor, ara sıra görmek dışında ilgilenmiyor onunla. Annesini çok seviyor, onunla büyüyor. Tabii bu durum onun yalnız hissetmesinin önüne geçemiyor. Derken seks ve uyuşturucu ile geçen gençlik dönemi, türlü çılgınlıklar, sansasyonel propagandalar, yaşadığı düşüş, daha sonra uyuşturucuyu bırakıp yeniden ayağa kalkması (film de adını bundan almış). Sonrasında ünlü oluşu, Amerikada bile birçok tv programına çıkması, Adam Sandler ile aynı filmde oynaması ama bütün bunlardan asla etkilenmemesi...Ün ve paranın gösterişine kapılmadan daha güçsüzü, daha fakiri dikkate almaya devam ederek kendini daha eşitlikçi, daha adil bir düzene adaması, bunun için savaşması. Bu yolda küçümsenmesi, bazı kesimler tarafından alay konusu olması, ciddiye alınmaması ama yine de vazgeçmemesi. Hatta birçok durumda onlara üstün gelmesi. Özetle bunları görüyoruz çok iyi kurgulanmış, izleyiciye ara sıra kahkaha da attıran bu filmde. İzlenmeli ve Russell Brand karakteri tanınmalı. Ben kendisini çok sevdim açıkçası:)

Not: Filmi bir avm sinemasında izledim ve salondan çıkar çıkmaz Russell Brand'in, filmin ortaya çıkmasında çok etkili olan "The Revolution" adlı kitabını aramak için aynı avm içindeki D&R'a gittim. Bulabileceğimden pek emin değildim ama çok şanslı olmalıyım ki oradaydı :) Yani bu tür büyük kitapçılarda bulma olasılığı var, ilgilenenler için.






 “Çok insan kafaları olmadığı için kafayı bozmuyor.”
            
           

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder